0919. İzmir'de Cinayet Zanlısı Mutfak Dolabından Girilen Özel Odada Yakalandı İzmir'in Bornova ilçesinde bir depoda 7 bin 803 litre etil alkol ele geçirildi. 09:33. İzmir'deki Camide HES EnginÖNEN. Gezi’yi anlamak! 30 Mayıs 2022 Pazartesi. Üzerinde dokuz yıl geçti ama “Gezi” diye bir gerçek devam ediyor hala. Davaları, tutuklamaları, iddiaları ve belli ölçüde eylemleri ile. Gezi Olayları sırasında önemli bir söz dikkat çekmişti. “Mesele sadece Gezi Parkı değil.”. 67 Eylül olayları - 1000Kitap. ·. 6-7 Eylül Olayları Olayların ardından üç büyük ilde sıkıyönetim ilan eden hükümet, olayların çıkış nedeni olarak da “solcuların tahrikini” gösterdi. Hiçbir şeyden haberi olmayan Aziz Nesin, Kemal Tahir, Asım Bezirci gibi sol 09EYLÜL 1919 CUMARTESİ günü İzmir'e yetişti kurtuluşun askerleri. orta ve koyu tonları vardır. Tonlarda 1,2,3 koyu tonlar, 3,4,5 kahverengi tonlar, 6,7,8, 9 ise sarı tonlardan oluşuyor. Fringe takımı korkunç ve tüm dünyayı etkileyebilecek açıklanamayan olayları açıklamak için 12Madde'de 6-7 Eylül Olayları! 6-7 Eylül Olayları Nedir? Ülkedeki toplumsal çeşitliliği belirtmek için yaygın olarak yapılan "mozaik "benzetmesine atıfta bulunarak, 6-7 Eylül Olayları "mozaik çatladı" betimlemesiyle tarihimizde yer aldı. 06 Eylül 2018 Perşembe 12:56. Fast Money. Türkiye Cumhuriyeti devletinin geçmişte kalkıştığı, ve sonradan "muhteşem bir örgütlenme" olarak anılan ve bir türlü hakkıyla yüzleşemediğimiz, bu nedenle de, yaşananlar ve sonuçları bakımından vicdanımızı derinden sızlatan "6-7 Eylül Olayları"nın 58. yıldönümündeyiz. Başta planlananın çok ötesine sıçrayan, biraz da bu nedenle, tertipleyenlerin eline yüzene bulaştırdıkları ve devletin faş olmasına neden olan bir örgütlemedir 6-7 Eylül. Özellikle Istanbul ve İzmir’de, başta Rum’lar olmak üzere gayrimüslim vatandaşlara kabus gibi iki gün yaşatan bu olaylara, Türk ulus-devletinin kuruluş sürecinde uygulanan politikaların aslında bir devamı niteliğinde fakat, biraz aceleye gelmiş, sonuçları beklentileri aşmış bir örgütlenme olarak bakmak da mümkündür. Ne oldu 6-7 Eylül 1955’te? 1955 yılına bakarsak, ülke gündemindeki en önemli madde Kıbrıs sorunudur. Grivas önderliğindeki EOKA, adada yaşayan İngiliz ve Türklere karşı terör saldırılarına başlamış, saldırılar kamuoyunda büyük bir öfkeye neden olmuştur. Bu sırada İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı konuyu görüşmek üzere Londra’da toplanacak üçlü bir konferansa davet etmiş, Konferans 29 Ağustos’ta başlamış ve Dış işleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu Türkiye’yi temsilen yerini almıştır. Basın ve siyasi çevreler tarafından çok önceden başlatılan, Rum vatandaşlarını ve Yunanistan’ı hedef alan kampanyalar yürütülmektedir. Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu TMTF kampanyalara katılan ve ön plana çıkan iki örgüttür. KTC başkanı Hikmet Bil, Hürriyet Gazetesi yazarı ve hükümetle yakın ilişkileri olan bir kişidir. Yönetim kurulu üyelerinin de hem basınla, hem hükümetle hem de Milli İstihbaratla ilişkileri bilinmektedir. "Türkiye Türklerindir" alt başlığıyla çıkan Hürriyet gazetesi, Yeni Sabah ve İzmir’de yayınlanan Gece Postası gazeteleri yoğun bir Fener Rum Patrikhanesi ve Yunanistan aleyhtarı yayın yürütmektedirler. Zorlu’nun Londra’dan gönderdiği ve konferansta, Türk kamuoyunun güçlü sesinden söz ederek elini güçlendirmek istediğini belirten telgrafı Hikmet Bil’le paylaşan Menderes, aslında olaylar için adeta başlat komutu verir. 5 Eylül tarihli gazetelerde üç Rum casusun yakalandığı haberi çıkar aynı gün Taksim’de bir Rum genci dövülür, bazı Rum gazeteler yakılır ve “Kıbrıs Türktür” yazılı bir pankart Patrikhane’ye bırakılır. Ortam oldukça sıcaktır. Beklenen Kıvılcım Selanik’ten Gelir 6 Eylül günü öğlen saatlerinde radyolar, Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığını duyurdu. Gerçekte bahçeye atılan küçük çaplı bir patlayıcı binanın iki camını kırmıştı sadece Demokrat Parti ve Milli istihbaratla yakın ilişkide olan Istanbul Ekspres gazetesi, bu haberle normal tirajının çok üstünde baskı yapar. Bunun için önceden kağıt stoğu yaptığı iddia edilmiştir Öğleden sonra ellerinde tek tip sopalarla harekete geçen gruplar Önce İstiklal’de gayrimüslimlere ait işyerlerini taşlamaya ve yağmalamaya başlarlar. Yağma kısa sürede, diğer semtlere de yayılır. Sonradan tanıkların anlattıkları, grup liderlerinin ellerinde listelerin olduğunu ve buna göre hareket ettiklerini, bazı ev ve işyerlerinin önceden tebeşirle işaretlendiğini, cana zarar vermemek üzere uyarıldıklarını gösterir. Bu sayede az can kaybı, bol tecavüz olmuştur. Benzer eylemler İzmir’de de başlar. 6 Eylül gecesi olaylar artık çığırından çıkmıştır yağma ve zorbalık akıl almaz boyutlara ulaşmış ve kontrol kaybedilmiştir. Hükümet 6 Eylül’de İstanbul, Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim ilan eder. Ama iş işten geçmiştir, yıllardır gayrimüslimlere karşı öfkeyle yetiştirilen kitleler, kontrolsüzlüğün ve yağmanın da tadını alınca durdurulamamışlar, saldırılar İstanbul’da 7 Eylül’de de aynı hızla devam etmiştir. "Dozu kaçmış" bilanço Celal Bayar’ın, İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu kaçırdık” dediği olaylarda, “Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 ölü sayısı resmî rakamlara göre 30, gayri resmî rakamlara göre 300’dür. Sadece Balıklı Hastanesi’nde 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştür. Tecavüze uğrayanların 200’ü aştığı sanılır. 200 bin kişilik güruhun katıldığı tahmin edilen bu harekâtta, ölüm olaylarının az olması ve saldırganların en ufak bir direnişte geri çekilerek başka hedeflere yönelmesi, hükümetin bir katliam planlamadığını, amacın başta Rumlar olmak üzere gayrimüslimleri ekonomik olarak güçten düşürmek, sonra da korkutarak ülkeden kaçırtmak olduğunu düşündürür. Olaylar sırasında, resmî rakamlara göre aşkın, gayri resmî rakamlara göre 7 bine yakın bina saldırıya uğrar. ABD Başkonsolosluğu’na göre saldırıya uğrayan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Musevilere, yüzde 10’u Müslümanlara; evlerin yüzde 80’i Rumlara, yüzde 9’u Ermenilere, yüzde 5’i Müslümanlara, yüzde 3’ü Musevilere aittir. Ayrıca İsveç Büyükelçiliği binası ile Fransız, İtalyan, Avusturya ve Almanlara ait işyerleri ile Ermeni ve İngiliz mezarlıkları da saldırılardan nasibini almıştır. Hasarın mali portresi konusundaki en düşük tahmin o günün değerleriyle 150 milyon lira, en yüksek tahmin 1 milyar liradır. “ Ayşe Hür, 6-7 Eylül’de devletin muhteşem örgütlenmesi’,Taraf Gazetesi , Hükümet olayların ardından özür dileyerek zararların ödeneceğini söyler, hemen ardından komünist avına başlar, tanınmış solcuları tutuklar fakat gelen tepkiler üzerine serbest bırakmak zorunda kalır. Dava gerçek suçlulara dokunamadan kapanır. 1960 darbesi sonrasında yeniden açıldığında ise devlet olup biteni, büyük bir öfkeyle yargıladığı siyasetçiler üzerine yıkarak kendini temize çıkarır. Peki bu ilk miydi? Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Anadolu’nun Türk’leştirilmesi Kemalist ideoloji tarafından vazgeçilmez bir politika olarak benimsenmiş, yasalar ve uluslar arası sözleşmelerde bir takım azınlık hakları garanti edilmesine rağmen, yapılan mübadele anlaşmalarıyla azınlıklardan kurtulma, kalanlar için de yoğun bir asimilasyon politikası izlenmiştir. Bütün politikalarını Türklük üzerine kuran devlet, modernleşme projelerinin ancak bu şekilde gerçekleşeceğini hesaplamıştır. Bu yaklaşım hem ekonomik hem de siyasal olarak, Türk olmayan azınlıkları engel olarak görmüştür. “Hükümetin özellikle ekonomi politikası alanında aldığı önlemler, Türk unsurun taşıyıcı öğe olarak düşünüldüğünü gösterir. Nitekim 1942 yılında yürürlüğe giren Varlık Vergisi, Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin ekonomideki liderliğine son vermeyi hedeflemiştir. Devletin zorunlu göç ve iskân politikaları da bu homojenleştirme çabalarıyla bir arada değerlendirilmeli, dolayısıyla, 1934'teki, 'Trakya olayları' olarak bilinen ve Yahudileri zorunlu göçe sevk için yapılan saldırılar ile 1930'larda Kürtlere uygulanan iskân politikaları da bu bağlamda ele alınmalıdır. Aynı dönemde, 1929-1934 arası Anadolu Ermenilerinin Anadolu'nun merkezlerine ve ardından İstanbul'a göç ettirilmesinin amacı ise gayrimüslimleri tümüyle Anadolu'dan uzaklaştırıp İstanbul'da toplamaktır. 1946' da yazıldığı düşünülen bir CHP azınlık raporu bunu açıkça ifade eder. Rapora göre, 1950'lere kadar Anadolu, Yahudi ve Hıristiyanlardan temizlenmeli ve sonra İstanbul, Yunanistan'la olan bağları ve nüfusun çokluğu nedeniyle Rumlardan arındırılmalıydı.” Dilek Güven 6-7 Eylül Olayları, Radikal, 06/09/2005 Uygulanan bu politikaların sonraki yıllarda da bitmediğini, kesintisiz bir devlet politikası olarak hep devam ettiğini söylemek için bazı satır başları verebiliriz1964 yılında Rum vatandaşların Yunanistan’a göçe zorlanması, 2000’li yıllarda Milli Güvenlik Kurulu toplantılarının önemli bir gündem maddesinin misyonerlik olması, Trabzon’da öldürülen rahip, Hrant Dink cinayeti, Malatya’daki Zirve Yayınevi cinayetleri ve son olarak ortaya çıkan devletin Lozan’dan bu yana Ermeni, Rum, Yahudi vatandaşlarını nüfus kayıtlarında numaralandırmış olması ve bu numaraların hala kullanılıyor olması... Yazımızı, olayların yönünü ve boyutunu ve faillerini ele verecek alıntılarla bitirelim. Canlı Tanıklar "Çok, çok fena. O zaman ben evliydim, iki yaşındaydı Lula. Sarıyer Yenimahalle'de yazlıktaydık. İstanbul'dan haber geldi, Beyoğlu yanıyor. Saat sekiz, sekiz buçuk filan. Taş dolu bir kamyon geldi. Kamyonun içinden 10-15 kişi çıktı, ilk evvela gazinoyu kırdılar, bir şey bırakmadılar. Bir araya toplandık, zangoç vardı, karısı ve oğluyla; papaz vardı kızları ve karısıyla beraber. Başladılar dışarıdan camları kırmaya, taş atmaya. Aman n'apalım derken artık karanlık da oldu. Arka tarafta bir Türk ailesi oturuyordu, biliyordu o ne olacağını. Hemen papazın kızlarını aldılar, pencereden. Ben Lula'yı şiltenin altına koydum, çocuğu öldürecekler. Taşlar yağmur gibi geliyor. Evin kapısına geldiler. Onu da tekmeyle kırdılar. Babam hemen oda kapısını açtı. Türkçeyi Türk gibi konuşuyordu babam. 'Kırıyoruz' dedi, 'Kıbrıs için. Helal olsun, vatana helal olsun' dedi, gelenler. 'Beni, karımı, kızlarımı öldürün' dedi babam. 'Yok, öldürmeye iznimiz yok' dediler, 'kırmaya iznimiz var.' İsmini sordular, 'Kemal' dedi babam. 'Afedersin, Kemal ağabey' deyip gittiler. Bakkala gittiler, bakkal da diyor ki, 'Hangi Kemal? Bu Koço'dur, Rum'dur.' Tekrar geldiler. Radyo ve buzdolabını pencereden aşağı attılar. Yataklar, elbiseler, gardırobun içinde bir şey kalmadı. Yani biz kaldık. Titriyorduk, 'Kırın' diyordu babam, ne yapsın, 'kırın, atın, helal olsun, atın!' Kırdılar, vurdular, gittiler. Papazın kızlarını istediler. 'Burada yoklar' dedik. Papazı aldılar, bir motosikletin üstüne bağladılar, yol boyunca çektiler." Aynı saatlerde, kocası bir an önce ailesinin yanına gelmek üzere Sirkeci'den yola çıkar. "O akşam kocam işteydi. Saat üçte geldi; Sirkeci'den, Yenimahalle'ye yayan geldi. O da kırıp yırtıp da geliyordu, ne yapsın. Kırmayan, yıkmayan gâvurdur, diye düşünüyorlardı." Tarihe Bin Canlı Tanık projesi kapsamında 74 yaşındaki ev kadını ile yapılan görüşmeden aktaran Dilek Güven, 6-7 Eylül Olayları, s. 14-15 “Tünel’de Cevat Bey’e ait bir kumaş dükkânı vardı. Adam Türktü, ama onun da işyerini yağmalamaya başladılar. Adam hemen pantolonunu aşağı indirdi ve sünnetli olduğunu gösterdi. O da bu şekilde adamları durdurmaya çalıştı. s. 17 “Yayamın evindeyken orada gördüklerime inanamadım. Kapılar ve pencereler artık yoktu. Buzdolapları, dolaplar, aynalar parçalanmış ve evinin önüne yığılmıştı. Yataklar, yorganlar kesilmiş, yünler her tarafa dağıtılmıştı. Elbiseler, ayakkabılar, örtüler, halılar lime lime edilmiş, yığınlar halinde tabak çanak binlerce parçaya bölünmüştü. Somya parçalanmış, avizeler, vitrinler, masalar, sandalyeler ve koltuklar baltayla kesilmişti. Yerde odun, kömür ve gaz, tuz ve şeker, yağ ve yumurtalardan bir birikinti oluşmuştu. Soba da tahrip edilmiş, bazı valizlerin içindekiler dahi makasla kesilerek kullanılamaz hale getirilmişti.” s. 19-20 "Anneme, Müslüman kadınlar gibi görünsün diye beyaz başörtüsü taktık. Pencereye bir bayrak uydurduk. Kapıya oturdum. Kalabalık bir grup önümden aktı. Kiminin elinde bir top kumaş, kiminde bir makine parçası vardı. Bütün cadde eşya doldu. Sadece Rum evlerini değil, tüm gayrımüslimlerinkini yağmaladılar. Yedikule Caddesi üzerindeki bir kiliseyi ateşe verdiler. Kıvılcımlar bizim evin üstüne düşüyordu. Caddede üç kişi durdu. Bizim eve bakıyorlardı. Yanlarına gittim, 'Bu evin sahibi Ermeni. Şimdi Florya'da yazlıkta. Aşağıda ben varım, hatırlatırım' dedim. Annem Müslüman bir kadın gibi kahve pişirdi. İçtik birlikte... Yağma saatler sürdü. Gece yarısına kadar kapıdan ayrılmadım. Sonraki gün dükkânıma gittim. Kepenkler kırılmış, dükkâna girilmişti. Benim dükkâna komşum Laz Mehmet girmiş. Sabahları birlikte çay içerdik. Çok ağrıma gitti.” Dilek Güven 6-7 Eylül Olayları, Radikal, 06/09/2005 İtiraf Gibi Özel Harp Dairesi ÖHD başkanı, Genelkurmay İstihbarat başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulunda üst düzey görevlerde bulunmuş emekli Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun gazeteci Fatih Güllapoğlu’na söyledikleri “Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’teki Kıbrıs Harekâtı. Eğer olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi? ... Adaya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular. Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele al... -Pardon Paşam anlamadım, 6-7 Eylül olayları mı? -Tabii. 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi? -E, evet Paşam!...” “Türk Gladio’su İçin Bazı İpuçları,”Tempo Dergisi, S. 24, 9-15 Haziran 1991 Yılmaz Murat Bilican [email protected] Atatürk’ün Selânik’teki evine yapılan menfûr suikast üzerine Türk Milleti Hakareti Hazmetmedi! Dün yüz binlerce kişinin iştirakiyle İzmir ve İstanbul’da Yunanlılar aleyhinde büyük nümayişler yapıldı. 1955, Demokrat İzmir Demokrat İzmir “Sabahları çıkan siyasi gazete” Toplumun bir kesimi nasıl olur da başka kesimi düşman olarak algılar? 1955 yılının 6 Eylül günü başlayıp, 7 Eylül’e uzanan zaman dilimi, Cumhuriyet tarihinin kara bir parçasıdır. Ekümenik Patrik I. Bartholomeos, geçen sene birinci cildini çıkarttığımız Patriklik fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un Objektifi’nden 6/7 Eylül 1955 kitabının tanıtımındaki konuşmasına bu sözlerle başladı. Tam da Cumhuriyet tarihine yeni kara sayfalar eklenirken. Beyoğlu Meryemana Rum Ortodoks Kilisesi’nde 9 Eylül 2015’te yaptığımız kitap tanıtımı “Teröre karşı mitingler” düzenlenirken gerçekleşiyordu. Tam da bu süreçte Patrik Bartholomeos, 6/7 Eylül üzerinden mesaj veriyordu tüm topluma — Rumların ölüsüne, dirisine, inancına, eğitimine, gündelik hayatına ve ekonomisine ait, elle tutulan her şeye, karşı bir nefret ile harekete geçen topluluklar, önlerine çıkan her şeyi mahvettiler. Şehir merkezinden uzaklara ise cana ve ırza kastettiler. Kilise ve ibadethanelerimizin 70’i müthiş tahribata marûz kalmış, kısmı âzamı ateşe verilmiştir. Mukaddes kilise eşyası ve evâni tahrip edilmiştir. Aziz tasvirlerimizin gözleri oyulmuştur. Ölülerin mezarı açılmış, henüz defnedilen ölüler parçalanmıştır. Ölülerin kemikleri istirahatgâhlarından çıkarılarak etrafa atılmış ve ateşe verilmiştir. M. Hulûsi Dosdoğru, 6/7 Eylül Olayları, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1993 KADINLARA TECAVÜZ RAHİPLERE ZORLA SÜNNET Bazı kadınlar tecavüz edildikten sonra öldürüldü. 90 yaşındaki rahip Hrisantos Mantas diri diri yakıldı. Rahip bıçak zoru ile sünnet edildi. Onlarca kişi linç edildi. CELAL BAYAR Selânik’te bir bomba patlarsa, İstanbul ve İzmir rumlarının halini o zaman görürsünüz. Hükûmet bu hususta kararlıdır. Akis, Sayı 327, Ankara, 4 Kasım 1960, s. 27 Yalnızca İstanbul’da değil, İzmir ve Ankara’da da benzer olaylar yaşandı, üstelik Urfa, Mardin, Midyat’ta da Süryanilere saldırıldı. Twitter yoktu fakat iletişim güçlüydü. Yunanca/Rumca επεμβριανά / Septemvriana / Eylül Olayları denilen Türkiye’de 6/7 Eylül Olayları olarak anılan pogrom için tüm kesimler fail olmakla; gizli güçler ve komünistler ise planlayıcılar arasında bulunmakla suçlandı. Bazıları sadece itham edildi, bazıları ise yargılandı. 4 bin 214 ev, 73 kilise, 26 okul, 1 sinagog, işyeri ve dükkan benzeri toplam 5 bin 317 mekan yakıldı, yıkıldı, yağmalandı. [Kaynak Speros Vryonis] 1958 yılının 29 Ocak’ında Türkiye’deki tüm gazetelerin birinci sayfasında şöyle bir haber vardı Dimitrios Kalumenos sınırdışı edildi! Hürriyet başta olmak üzere Türk basınına göre Kalumenos bir “Türk düşmanı”ydı. En tehlikeli bağlantısının patrik ile yakın olması öne sürülmüştü. Kilise içinde kutsal eşyalar tahrip edilmiş, İsa tasvirlerinin gözleri oyulmuştur. Haçlar kırılmış, mezarlar açılıp cenazelerin kemikleri ortalığa saçılmıştır. Yeni gömülmüş bir cenaze ağaca asılarak karnına Türk bayrağı saplanmıştır. 9/8/67 sayılı Resmî Gazete’de şunlar yazıyordu. Dimitri Kalumenos tarafından yazılıp 1966’da Atina’da İngilizce ve Rumca basılan “Hıristiyanlığın Çarmıha Gerilişi” ve aynı yazara ait “Gültepeleri, Türkiye’den Hakikî Hikâyeler” adlı kitapların Yunanistan’da yayımlanan Yeni Ocak adlı Rumca derginin bundan sonra çıkacak olan nüshalarının Türkiye’ye sokulması ve dağıtılmasının yasak edilmesi 5680 sayılı kanunun 31’inci maddesine göre Bakanlar Kurulu’nca kararlaştırılmıştır. Celal Bayar, İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu fazla kaçırdık” dediği olaylarda 11 kişi hayatını kaybetti. Dimitros Kalumenos Objektifi’inden 6/7 Eylül Olayları adlı kitaptan alıntı. İnsan Hakları Derneği İHD İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyonu 63. yılını dolduran 6/7 Eylül pogromuyla ilgili şöyle bir açıklama yaptı “6/7 Eylül 1955 kitlesel pogromu sırasında neler olduğunu bu ülkede resmi tarihi reddeden herkes artık biliyor” denilen açıklamada “Ellerinde Türk bayrakları, kamyonlarla taşınan kalabalık grupların başta Rumlar olmak üzere Yahudi, Ermeni, Müslüman olmayan yurttaşların ev ve işyerlerine saldırdığı, 40 kilometrekarelik bir alanda yaktığı, yıktığı, yağmaladığı, linç ettiği, tecavüz ettiği, öldürdüğü çok yazılıp çizildi.” Birinci kitabı satın almak için buraya, ikinci kitabı satın almak için şuraya tıklayın. Kaynak Dimitrios Kalumenos’un Objektifinden 6/7 Eylül Olayları ➤➤ 6/7 Eylül 1955 ile ilgili başka bir konuya gitmek isterseniz tıklayın 6-7 Eylül Olayları, DP’nin organizasyonuydu!Kıbrıs sorununun görüşüldüğü Londra Konferansı’nın 1955 çıkmaza girdiği günlerde 6-7 Eylül olayları yaşandı. İstanbul’da Rum kökenli vatandaşların işyerleri ve evleri tahrip edildi. Olaylar diğer gayrimüslimlere de yöneldiği gibi, İzmir’e de yansıdı. Hükümetin Londra Konferansı’nda elini güçlendirmek ve kamuoyu desteğinin arkasında olduğunu konferans heyetine göstermek için tertiplediği bu organize olaylar tam bir felakete yol açtı. Hükümet de işin içinden çıkmak için olayın sorumlusu olarak komünistleri gösterdi. Yayınlanan Hükümet bildirisi şöyle idi“Kıbrıs meselesi etrafında cereyan eden hadiseler dolayısıyla aylardan beri umumi efkarda hasıl olan şiddetli heyecana inzımamen Selanik’te aziz Atatürk’ün evine ve konsolosluğumuza karşı tertiplenen suikast, kısmen maksatlı ve haiane, kısmen de idrak ve şuurdan mahrum tahrikçilerin de tesiriyle büyük kitlelerin vücuda getirdikleri nümayiş hareketlerine sebep olmuş ve bu hal bilhassa İstanbul’da gecenin geç saatlerine kadar devam etmiştir. Bu esnada büyük ekseriyeti Rum vatandaşlarımıza ait olmak üzere dükkan ve mağazalara girilmek suretiyle büyük tahribat yapılmış olduğunu en derin teessür ve teessüflerimizle ifade etmek ki dün gece İstanbul ve memleket esas itibarıyla ağır bir komünist tertip ve tahrikine ve ağır bir darbeye maruz şuursuz ve memleketin yüksek menfaatlerine kastedici hareket, bir kısım milli serveti yok etmekle beraber, bütün hakları Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun teminatı altında bulunan Türk vatandaşlarından bir kısmını da telafisi ağır zararlara uğratmış ve büyük bir felaket halini almış bulunuyor. Bu vatandaşlarımızın maruz kaldıkları zararları süratle telafi ve tazmin hiç şüphe yok ki, devletlik vasfın icaplarındandır. Ve bu icap yerine hadiselerin şiddetle ihmal ettiği amme huzur ve asayişini yeniden ve derhal tesis için bütün gerekli tedbirler alınmış ve alınacaktır. Hadiselerin cereyanı sırasında en acil bir tedbir olmak üzere İstanbul ve İzmir’de fevkalade halin mevcudiyeti ilan edilmiş ve fakat, hükümet kuvvetlerinin vaziyete hakim olmaları üzerine veya şuursuz tahriklerin de büyük tesiri bulunan bu çok acıklı hadisenin doğrudan doğruya alet ve failleriyle bunu tertip ve tahrik edenler mutlaka ve süratle cezalandırılacaklardır. Şimdiye kadar birçok tahrikçiler yakalanmış ve bunlar hakkında kanuni takibata ve idrak sahibi, memleketin yüksek menfaatlerine hürmetle bağlı bütün vatandaşlarımızın hükümet icraatına yardımcı olmaları bugün en mühim vatan vazifesidir”. 6-7 Eylül olaylarından sonra -1 Kasım’a kadar tatile girmiş olan- TBMM, iktidarın çağrısı ile olağanüstü olarak toplandı. Olayların üzerinden henüz birkaç gün geçmiş olmasına rağmen İnönü, olayların arkasında DP ileri gelenlerinin olduğunu anlamıştı. Konuşmasında bunu açık bir şekilde ifade etmese de hissettirmekteydi. Masum vatandaşların canlarına, mallarına ve şereflerine yönelik yapılan saldırıları “milli bir felaket” olarak tanımlayan İnönü, “Cemiyet hareketlerinde taşkınlıklar çıkabilir, bunlar birtakım zararlara da meydan verebilirler. Ancak bu hareketler vatandaşı koruyan kanun kuvvetlerinin kudretli müdahalesi ile karşılanır. 6-7 Eylül hadiselerinin çok hazin tarafı tecavüz edenlerin coşkun hissiyatı ile kendini kaybetmişler halinde değil, adeta hiçbir mani karşısında bulunmayan, rahatlık ve kolaylık içinde işlerini gören insanlar olarak görünmeleridir” dedi. Bu sözleriyle de olayların arkasında iktidarın olduğunu ima etmekteydi. İnönü’nün iması bununla kalmadı “Hadiselerin her tarafı karanlıktır. Bu kadar tertipli ve teçhizatlı bir tecavüz ne vakitten beri, nasıl hazırlanmıştır? 6 Eylül saat öğleden sonra 5-6’dan itibaren vahim tabiatta tecavüzler serbestçe nasıl gelişiyor? Nihayet askeri kuvvetler, sivil idarenin talebi ile derhal yardıma gelebilirdi. Hadise yerleri de büyük askeri merkezlerdir”. Hükümetin İstanbul ve İzmir’in yanı sıra Ankara’da da sıkıyönetim ilan etmesine itiraz eden İnönü, Ankara’da sıkıyönetime gerek olmadığını ve sıkıyönetimin bir an önce de kaldırılmasını istedi. Gerçekler ivedilikle ortaya çıkarılmalıydı“Hakikatlerin ne kadar acı, hatta ne kadar utandırıcı olsa bile olduğu gibi gösterilmesi büyük milletimize karşı temize çıkmanın tek çaresidir. Asil milletimize karşı şeref borcu ancak bu şekilde ödenebilecektir. Biz amme hizmetinin yolunda bulunan insanlar da ancak bu suretle vebalden kurtulabiliriz”.İnönü, güvenliğin sağlanmasını ve gerçeklerin ortaya çıkarılmasını istedikten sonra TBMM’nin dağılmayarak açık kalmasını da istedi. Çünkü görüşmeleri tamamladıktan sonra olağanüstü toplantıya çağırılan Meclis’in tekrar 1 Kasım’a kadar tatile girmesi söz konusuydu. 13 Eylül günü de 6-7 Eylül olaylarının konuşulduğu oturum devam etti. Tekrar söz alarak kürsüye gelen İnönü, ilk olarak Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün yaptığı konuşma sırasında deyim yerindeyse ağzından kaçırdığı sözlere dikkat çekti“Sayın Köprülü beyanatında, hadiseden haberimiz vardı, ne yapılacağını bilmiyorduk, dedi. Bu kaydolunacak bir keyfiyettir. Biz hiç haberleri olmadığını zannediyorduk bu tahkikat başlamıştır, bir kısmını biliyoruz ama söyleyemeyiz, dedi. Hakları vardır. İhtimal ki, elde ettikleri malumatı henüz Büyük Millet Meclisi’ne veya umumi efkara arzedecek zaman gelmemiştir”.İnönü’ye göre, Başbakan Menderes’in de beyanatından olayların başından itibaren haberdar olduğu anlaşılmaktaydı. Tüm bu gelişmelerin ışığında TBMM de açık kalmalı ve gelişmeleri yakından ilan edilmesinin ardından muhalefet partileri sıkıyönetim süresince propaganda faaliyetlerini durdurma kararı aldılar. Bu karar, sadece sıkıyönetimin ilan edildiği 3 il için değil, tüm ülke için 19 Eylül 1955 tarihinde Ulus gazetesinde “Çetin İmtihan” adıyla 6-7 Eylül olaylarını ele alan bir yazı yazdı. Yazıya göre, 6-7 Eylül olaylarının çözmeye mecbur olduğumuz karanlık bir işti. Bu olaylarla Türkiye’nin iç ve dış politikası çok önemli bir döneme girdi. Olayların yarattığı etkiler henüz tam olarak kavranmamıştı. Türkiye bu etkilerden uzun yıllar kurtulamayacaktı. TBMM’nin Eylül ayı sonunda tekrar toplanmasını isteyen İnönü, “İktidar Grupunun bu mevzuu düşünmelerini isteriz. İcra Vekilleri sık sık değişiyor, Meclis murakabesi fiilen kesilmiştir. Örfi İdarenin temas ettiği mercilerin mütemadiyen değişmesi umumi dikkatten uzak kalamaz. Bugün Hükümet Büyük Meclis’e hesap vermek durumunda olarak ayrılmıştır” diye yazdı. İnönü’nün bu yazısından dolayı Ulus gazetesi sıkıyönetimce süresiz olarak ve bu yazıyı aktaran Hürriyet ve Tercüman gazeteleri de 15 gün süreyle kapatıldı. 29 Kasım tarihli DP Meclis Grubu toplantısı, DP Tarihi’nin en büyük Meclis Grubu ayaklanmasına tanık oldu. Bu toplantıda bütün bakanlar istifa ettirildi. Menderes, sadece şahsı için güvenoyu alabildi ve birçok kez kürsüye gelerek Meclis Grubu’nu okşayıcı konuşmalar yaptı. Bunlardan birinde şunları ifade etti“Arkadaşlar, ben Demokrat Partinin Genel Başkanı olduğum için partimizin prestiji bakımından istifa etmiyorum. Ancak, bunu yerimde kalmak istediğim manasında kabul etmemenizi rica ederim. Sizin vereceğiniz karara her zaman memnuniyetle boyun eğerim. Siz, Türk milletinin mukadderatına sahipsiniz. Her şeye muktedirsiniz. Kuvveti, asil milletimizden aldığınıza göre, burada yapamayacağınız şey, alamayacağınız hiçbir karar yoktur”.Hükümet DP Meclis Grubu tarafından düşürülünce Bayar, hükümeti kurma görevini yeniden Menderes’e verdi. Hükümet Programı üzerine 16 Aralık’ta CHP adına TBMM’de konuşan İnönü, 6-7 Eylül olaylarına değindi ve Menderes’i eleştirdi“… 6-7 Eylül vukuatından vahim bir surette mesul olan Bay Adnan Menderes’in hükümetin başından ayrılması gerekir.…Üçüncü Adnan Menderes Hükümeti hakkında er geç Meclis tahkikatı açılması, zaruri ve mukadderdir. Bu vaziyette iken onun dördüncü kabinesini de teşkile memur edilmesi de bir talihsizliktir”.Menderes’in kendisine cevap vermesi üzerine tekrar kürsüye gelen İnönü, Menderes’in yeniden hükümet kurmasını memleket menfaatlerine uygun bulmadıklarını söyledi. İnönü’ye göre iktisadi çöküntüden, demokratik rejimin gördüğü bütün zararlardan, 6-7 Eylül olaylarından ve dış politikadaki icraatlardan tamamıyla Menderes sorumluydu. 6-7 Eylül olaylarından belki DP suçlu değildi ama –Menderes dahil- Bakanlar Kurulu üyelerinden sorumlu olanlar vardı. DP Meclis Grubu da, tarih önünde Adnan Menderes’in bu olaylardaki sorumluluklarına ortak olmamalıydı. Ancak CHP, CMP ve Hürriyet Partisi’nin muhalefetine rağmen, Hükümet, DP milletvekillerinin oylarıyla güvenoyu aldı. 6-7 Eylül olayları sırasında görevde bulunan Başbakan Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik hakkında tahkikat açılması için CHP milletvekillerinden Mehmet Hazer’in verdiği önerge, 13 Ocak 1956 tarihinde TBMM’de görüşüldü. Oturum bir hayli tartışmalı geçti. Menderes’in birkaç kez kürsüye geldiği oturumda CHP adına Nüvit Yetkin, Hürriyet Partisi adına Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve CMP adına Osman Bölükbaşı konuştu. Yetkin konuşmasında olayların önceden organize edildiğine dair şunları söyledi“Hadisenin İstanbul ve İzmir’de bir anda başlaması, hadisenin içinde olanların nakil vasıtalarını bir anda bulabilmesi, tahrip için aletlerin hazır olması şüpheleri caliptir. Bu şüphelerin sebeplerinin bilinmesi göre, bir hafta evvel muhtarlardan bazı kimselerin hüviyetleri sorulmuştur. Hadise günü 5-10 ekip aynı zamanda harekete geçmişlerdir. …Polis vakayı önlememiştir. …İstanbul Valisi, Halk şarj olmuştur, merak etmeyin, deşarj olacaktır’ diyor”. Menderes ise, olaylarda hükümetin parmağı olmadığını, iddiaların devlete zarar verdiğini ileri sürerek, muhalefetin Menderes’i başbakanlıktan indirmek istediğini ileri sürdükten sonra “Fakat siz avucunuzu yalayın. Size o fırsatı vermeyeceğim” dedi. Yapılan oylamada, DP’lilerin oylarıyla önerge sonundaki DP Meclis Grubu’ndaki isyan neticesinde Menderes bakanlarını feda ederek kendini kurtarmıştı. Ayrıca DP Meclis Grubu’na antidemokratik kanunların değiştirilmesi gibi vaatlerde bulunmuştu. Ancak yeni hükümetin kurulması ve Meclis Grubu’nun desteğinin sağlanmasının ardından demokratikleşme konusu da tavsadı. Muhalefet partileri DP içerisindeki gelişmeleri sessizce ve bu konuda pek de yorum yapmadan iktidarı, kendi içerisindeki muhalefeti etkisiz hale getirdikten sonra tekrar otoriterleşme eğilimine yöneldi. Bu konudaki yasal düzenlemelerin TBMM gündemine gelmesi üzerine İnönü, 1 Haziran 1956 tarihli Ulus ve Dünya gazetelerine bir başmakale yazdı. Bu yazıyı iktidara gelenlerin otoriterleşme eğilimlerine ve ideallerinden uzaklaşmalarına dikkat çekerek, iktidarı destekleyenleri uyararak bitirdi“1908 meşrutiyet inkılâbını yapanlar, tarihimizin en temiz inkılâpçılarıydılar. 5-6 senede kendilerinden başka kimsede liyakat olmadığını sanır hale gelmişlerdir. …İktidarı destekleyenleri uyandırmak isterim. Gidiş tehlikedir. Mesuliyetinizi biliniz”.Kaynak Hakkı Uyar, Yenilgiden Umuda, CHP Tarihi 1950-1960, yayınlanmamış çalışmadan derlenmiştir.Prof. Dr. Hakkı UYAR YORUM DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU Sanık ifadeleri basına yansıdıkça 15 Temmuz darbesiyle ilgili soru işaretleri daha da artıyor. O gece AKP’li belediyeler, AKP teşkilatları, MİT, SADAT ve Diyanet’in oynadığı roller, bundan 62 yıl önce yaşanan 6-7 Eylül Olayları’nı akıllara getiriyor. 6-7 EYLÜL OLAYLARI 5 Eylül 1955 tarihinde gece vakti Selanik’te Atatürk’ün evinin yer aldığı bahçede bir bomba patladı. Ertesi gün saat Radyo vasıtasıyla haber bütün Türkiye’de duyuldu. Ardından İstanbul Ekspres gazetesinin normal baskı haricinde iki baskıyla “Atamızın Evi Bomba İle Hasara Uğradı” başlığı ile haber yapması olayların fitilini ateşledi. Öğrenci dernekleri Taksim’de olayı protesto etmek için “Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti KTC” öncülüğünde toplandılar. “Kıbrıs Türk’tür, Türk Kalacak” sloganları eşliğinde İstiklal Marşı okundu ve göndere Türk bayrağı çekildi. Bu sırada tanıkların ifadesiyle bir gizli el’ devreye girdi. BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️ Binlerce kişi İstiklal Caddesi’nde Rumlara ait dükkanları ve evleri yağmalamaya başladı. Yağmalama olayları Şişli, Nişantaşı, Beyazıt, Kadıköy, Kumkapı ve Yedikule semtlerine yayıldı. Ankara ve İzmir’de de benzer olaylar yaşandı. Hedef Rum, Ermeni ve Musevilere ait ev, dükkan ve kiliselerdi. Günler önce bazı camilerde vaizler, halkı Rumlara karşı kışkırtan ve onları eyleme davet eden konuşmalar yapmışlardı. Olaylara karışanların bir kısmı önceden tren ve kamyonlarla İstanbul’a getirilmişti. Yağmacıları KTC üyeleri yönlendiriyordu. Ellerindeki sopalar bile tek elden çıkmış gibiydi. Polis olaylara müdahalede yetersiz kaldığı gibi, itfaiye de yangına müdahalede gecikti. Olaylar, askeri birliklerin müdahalesi ve sokağa çıkma yasağı konulmasıyla önlenebildi. İki gün süren olayların bilançosu korkunçtu. Resmi kaynaklara göre ev, işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 26 okul tahrip edilmişti. Öfke sınır tanımamış, Müslümanlara ait 400 işyeri de yağmalanmıştı. 11 kişi ölmüş, 300-600 kişi yaralanmış, onlarca kadın tecavüze uğramıştı. Olayların, İstanbul’da çeşitli ülkelerden ekonomi uzmanları, polisler ve hukukçuların katıldığı dört ayrı uluslararası kongrenin yapıldığı bir zamanda yaşanmasıyla dünya kamuoyu gelişmeleri detaylı olarak öğrendi. 6-7 Eylül olaylarının arkasında kimin ve hangi örgütlerin olduğu bugüne kadar çok tartışıldı, farklı kesimler ve kurumlar suçlandı. BİRİNCİ ŞÜPHELİ KOMÜNİSTLER Olaylar sonrasında DP Hükümeti önce komünistleri suçlayarak “İstanbul ve memleket, esas itibariyle bir komünist tertip ve tahrikine ve ağır bir darbeye maruz kalmıştır” şeklinde bir açıklama yaptı. Gerekçe olarak, komünistlerin NATO’da yer alan Türkiye ve Yunanistan’ın arasını bozmak istemeleri gösterildi. Aziz Nesin, Kemal Tahir ve Asım Bezirci’nin de aralarında olduğu 45 kişi tutuklandıysa da somut bir delil olmadığından serbest kaldılar. DP’nin komünistleri suçlaması hedef saptırmaktan başka bir şey değildi. Nitekim ABD’den getirilen bir uzman, “komünistlerde böyle bir güç olsa, devrim yapacaklarını” söylemiştir. İKİNCİ ŞÜPHELİ DP ve MENDERES Asıl nedenin Kıbrıs sorunu olduğu dikkate alınırsa olayların ilk planda Hükümetin bir organizasyonu olduğu akla gelmektedir. Buna delil olarak Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu’nun Londra Konferansı esnasında Menderes’e bir telgraf göndererek ses getirecek bir eylemin Türkiye lehine olacağını belirtmesi gösterilmektedir. Yassıada yargılamalarında bu telgraf gündeme gelmiş, Zorlu böyle bir şey kastetmediğini söylemiş, diplomat Coşkun Kırca ise böyle bir talebin olduğunu iddia etmiştir. Yassıada’da Menderes aleyhinde tanıklık yapan eski bakan Prof. Dr. Fuat Köprülü ise bomba olayı ve 6-7 Eylül olaylarını “Zorlu’nun ilhamı ile Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik’in tertiplediği” iddiasında bulunmuştur. CHP, TBMM’de bir tahkikat açılması için önerge vermişse de teklif DP’lilerin oylarıyla reddedilmiştir. Böylesine önemli bir olayın, TBMM’de tahkikata bile dönüşmemesi her yönden büyük bir talihsizliktir. Yassıada’da yargılama konularından birisi de 6-7 Eylül olayları oldu. Menderes Yassıada’da da iddiaları reddederek “nezih bir talebe topluluğu” ile başlayan nümayişin bir anda galeyana dönüştüğünü söylemiş, KTC Başkanı Hikmet Bil ise Menderes’i suçlayarak “Cemiyetin daha aktif” olmasını istediğini belirtmiştir. İlginç olan KTC, öğrenci dernekleri ve MAH’ın Yassıada’da yargılama dışı bırakılmasıdır. Sonuçta Menderes ve Zorlu’ya bu davadan altışar yıl hapis cezası verilmiştir. ÜÇÜNCÜ ŞÜPHELİ PARAMİLİTER YAPILAR Bunların başında KTC geliyordu. KTC, MTTB’nin desteği ile 1954’de kurulmuş, şubelerinin bir kısmı DP teşkilatları tarafından açılmıştı. Kurucuları arasında Hürriyet gazetesi editörü Hikmet Bil, Kâmil Önal ve A. Emin Yalman yer almıştı. Olaylardan sonra tutuklananların önemli bir kısmını KTC üyeleri oluşturmuştur. Tahkikat sonunda KTC suçlu bulunarak kapatılmış, şubeleri mühürlenmiş, evrak ve paralarına el konulmuştu. Gerekçe, cemiyetin amacından uzaklaşması ve faaliyetlerinin saldırıların başlamasına neden olmasıydı. KTC ve MTTB öncülüğünde milliyetçi grupları harekete geçirmek amacıyla toplantılar düzenlenmiş, hatta Rumlara karşı bazı eylemler yapılmıştır. 4 Eylül 1955’de bazı Rum gazetelerinin yakılmasında KTC’nin kurucuları Hikmet Bil ve Kâmil Önal aktif olarak rol almışlardı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, olayların organizatörleri olarak KTC ve MTTB’yi suçlamıştır. İlginç bir nokta da Menderes’in 5 Eylül akşamı Bil’le bir yemek yemesi ve burada Zorlu’nun telgrafının konuşulmasıdır. Olaylarda DP teşkilatlarından birçok kişi yer almışsa da liderliği KTC’liler yapmıştır. Hatta bazı kişilerin üzerinden tahrip edilecek yerlerin listesi çıkmıştır. KTC’nin olaylar sırasında kullanılan pankartları çok önceden bastırdığı ve Selanik’teki bombalamanın faili Oktay Engin’e para gönderdiği anlaşılmıştır. KTC üyelerinin tutukluluk döneminde diğer mahkumlara göre “ayrıcalıklı” bir muamele gördükleri anlaşılmakta ve bazılarının geceleri evlerine gitmelerine izin verildiği iddia edilmektedir. Birçok sanığın KTC, öğrenci dernekleri ve DP teşkilatlarının yönlendirmesiyle olaylara iştirak ettiklerini belirten ifadelerinin ve Kâmil Önal’ın MAH’a çalıştığının iddianamede yer almaması, olayın üstünün örtülmek istendiğini göstermektedir. Zaten duruşmalar 1957’de bütün sanıkların beraatıyla sonuçlanmıştır. DÖRDÜNCÜ ŞÜPHELİ MAH ve İSTANBUL EKSPRES GAZETESİ Bugünkü MİT’in önceki adı olan MAH’ın olaylarda aktif bir rol üstlendiği çok açıktır. Selanik’teki bomba eylemi için “ajan-provokatör” tanımlaması yapılmış, Emniyet incelemesinde bombanın Konsolosluğun bahçesinden atıldığı belirtilmişti. Provokatörlükle suçlanan Batı Trakya Türk’ü Yunan vatandaşı Oktay Engin, Türkiye’nin verdiği bursla Selanik’te hukuk okumaktaydı. Olaydan sonra Engin ve Konsolosluğun bekçisi tutuklanmış, ancak Türkiye’nin Selanik Konsolosluğu’nu ve dolayısıyla Yunanistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nu kapatmakla tehdit etmesi üzerine Yunan mahkemesi davayı düşürmüştür. MAH üyesi olan Oktay Engin’e makam ve para sözü verilmişti. Nitekim Türkiye’ye kaçmış ve DP’li İstanbul Belediyesi’nde işe yerleştirilmişti. Engin, MAH’taki görevlerinden sonra da kaymakam ve vali oldu. Diğer şüpheli İstanbul Ekspres Gazetesi’nin sahibi DP’ye yakınlığı ile bilinen Mithat Perin’di. Perin’in MAH’a çalıştığı, 1960 yılında yazdığı mektuptan anlaşılıyordu. Mektupta MAH’ta üstlendiği görevleri sıralıyor ve mali destek istiyordu. ASIL FAİL KİM? Olayların arka planına bakıldığında Selanik’te bombanın patlaması ve Taksim’deki mitingin bir anda iki gün sürecek yağmaya dönüşmesinde bir “gizli el”in devrede olduğu ve planın mükemmel bir şekilde uygulandığı anlaşılmaktadır. Yargı, olayları tam olarak incelememiş ve olayın üstü kapatılmıştır. Yassıada yargılamalarında da Menderes hedeflendiğinden detaya girilmemiş, diğer şüphelilerin üzerine gidilmemiştir. Olaylar, Menderes Hükümeti’nin Kıbrıs sorunuyla ilgili mesaj verme kaygısıyla başlamıştır. Ancak MAH aracılığıyla İstanbul Ekspres gazetesi kullanılarak milli galeyana dönüştürülmüş, Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti ve MTTB’nin öncülüğü ile DP teşkilatları, öğrenci dernekleri ve işçi sendikaları kullanılarak iki gün sürecek bir yağma yaşanmıştır. Sonuç olarak yıllar sonra Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun “Elbette 6-7 Eylül saldırılan Özel Harp Dairesi tarafından planlanmıştı. Olağanüstü planlı bir operasyondu ve amacına da ulaştı. Sorarım size; bu, sıra dışı başarılı bir eylem değil miydi?” sözleri de asıl faili göstermektedir. Kaynaklar D. Güven, “6-7 Eylül Olayları”, Tarih Vakfı, İstanbul 2005; Resul Babaoğlu, “6-7 Eylül Olaylarının Muhtemel Failleri Üzerine Değerlendirme”, JASS, S. 6, 2013. Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇 Tarihte Neler Oldu Mart 7, 2012 at 559 pm 1955 yılında “Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldı” şeklindeki yalan haberle başlayan olaylar. olayları düzenleyenlerin, kimsenin öldürülmemesi yönündeki telkinlerine rağmen, 6 eylül akşamı başlayan ve yaklaşık 9 saat süren olaylar boyunca ve sonrasında aralarında iki ortodoks papaz da olmak üzere 13 ile 16 arası Rum ve en az bir Ermeni vatandaşı hayatını kaybetmiş, 32 Rum da ağır yaralanmıştır. Fiziksel zarar, Rum’a ait işyeri, 110 otel, 27 eczane, 23 okul, 21 fabrika ve 73 kilise ve mezarlıklar ile rumlara ait 1000’in üzerinde evin tahrip edilmesi ya da yakılması şeklinde ortaya çıkmıştır. yunancası επεμβριανά Ekonomik zarar, Türk hükümeti’ne göre 69,5 milyon Türk lirası, İngiliz diplomatik kaynaklarına göre 100 milyon İngiliz Sterlini, Dünya Kiliseler Birliği’ne göre 150 milyon ABD doları, Yunan hükümeti’ne göre ise 500 milyon Amerikan doları olarak hesaplanmıştır. Demokrat Parti Hükümeti zarara uğrayıp, zararını tescil ettirenlere toplam 60 milyon türk lirası cıvarında bir tazminat ödemiştir. DP hükümeti suçu solculara Aziz Nesin, Kemal Tahir gibi atarak işin içinden çıkmak istemiş, 27 Mayıs ihtilalinden sonra kurulan Yassıada Mahkemelerinde ise olayın DP hükümetinin başbakanı Adnan Menderes’in provokasyonu sonucu olduğu idiası ortaya atılmış, ancak en sonunda olayın tamamen bir derin devlet Özel Harp Dairesi Ergenekon Operasyonu olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.. Bu olaylar sonucunda oluşan göç dalgası ile Türkiye’de yaşayan rum azınlığın neredeyse tümü ülkemizi terk etmiştir.. 1924 yılında bulan İstanbul’daki rum nüfus, 2005 yılında sadece 1500 kişiye düşmüştür. Türkiye’nin Kristal Gecesi Beyoğlu İstiklâl Caddesinde Türk bayrağı asarak önlem almış olanların dışında ve daha önce tertipçiler tarafından işaretlenmiş tüm dükkanlar yerle bir edilmişti. Örgütlendirilmiş ve kışkırtılmış çapulcu kalabalıklar tarafından taksim, arnavutköy, ortaköy, karaköy, eminönü, sirkeci, gedikpaşa, çarşıkapı, kumkapı ve bakırköy de aralarında olmak üzere 52 yerde birden aynı anda çıkarılan yangınlarla tarihi, ulusal, kültürel ve sanat varlıkları bir gecede yakılıp kül edildi; yıkıldı, yağmalandı. istiklal caddesi baştan ayağı tek bir dükkan kalmamacasına yağmalanmıştı. yollar boydan boya kırılıp dökülmüş, parça parça edilmiş eşyalarla doluydu. ellerine kazma, kürek, balyoz ne bulmuşsa kırılıp dökülecek rum, ermeni evi, işyeri arayan grupları şehrin dört bir yanında sabaha kadar terör estirdi. tünel’deki embros, apoyevmatini, tahidromos gibi rumca yayın yapan gazetelerin idarehaneleri; patrik’in tarabya’daki evi ateşe verildi. rum ve ermeni hastanelerine bile saldırılarak yangınlar çıkarılmış, gayri müslim mezarlıkları açılarak cesetler sokaklarda sürünür olmuştu. Planlı bir etnik yok etme Tamamen bilinçli, öngörülü ve planlı olarak tezgahlanan 6-7 eylül olayları, cumhuriyetin vitrininde duran büyük şehirlerdeki etnik unsurlarının da son bir hamleyle yok edilmeleri girişimiydi. Devlet, bu politikasını hem o günlerde sürdürülmekte olan Kıbrıs görüşmelerinde bir şantaj, hem de İstanbul ve İzmir’in kadim halklarından kurtulma için bir fırsat olarak kullandı. Olayları “komünist tahriki” diye sunmakla da dış tepkileri önlemeye çalıştığı gibi ve sosyalistlere yeni saldırı bahanesi yaratarak bir taşla bir kaç kuş vurmaya çalıştı. Bu olaylar tüm sonuçlarıyla TC’nin temel devlet politikalarına hizmet etti. Öyle ki 1960 darbesinde dp hükümetinin yargılanmasında bile işe yaradı.. Saldırılar, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve Yunanlılarca bir bomba atıldığı haberinin 6 eylül günü saat 13 ajansında radyodan okunması, ve bu haberin “İstanbul Ekspres” adlı akşam gazetesinin saat 16-17 arasında yaptığı 2. baskısında duyurulmasıyla “start” almış oldu. İstanbul ekspres, MİT mensubu Mithat Perin’ın çıkardığı DP yanlısı bir gazetedir. Beyoğlu İstiklâl Caddesinde Türk bayrağı asarak önlem almış olanların dışında ve daha önce tertipçiler tarafından işaretlenmiş tüm dükkanlar yerle bir edilmişti. örgütlendirilmiş ve kışkırtılmış çapulcu kalabalıklar tarafından Taksim, Arnavutköy, Ortaköy, Karaköy, Eminönü, Sirkeci, Gedikpaşa, Çarşıkapı, Kumkapı ve Bakırköy de aralarında olmak üzere 52 yerde birden aynı anda çıkarılan yangınlarla tarihi, ulusal, kültürel ve sanat varlıkları bir gecede yakılıp kül edildi; yıkıldı, yağmalandı. İstiklal Caddesi baştan aşağı tek bir dükkan kalmamacasına yağmalanmıştı. Yollar boydan boya kırılıp dökülmüş, parça parça edilmiş eşyalarla doluydu. Ellerine kazma, kürek, balyoz ne bulmuşsa kırılıp dökülecek rum, ermeni evi, işyeri arayan gruplar şehrin dört bir yanında sabaha kadar terör estirdi. Tünel’deki Embros, Apoyevmatini, Tahidromos gibi rumca yayın yapan gazetelerin idarehaneleri; Patrik’in Tarabya’daki evi ateşe verildi. Rum ve Ermeni hastanelerine bile saldırılarak yangınlar çıkarılmış, gayri müslim mezarlıkları açılarak cesetler sokaklarda sürünür olmuştu. Milli Eğitim Bakanlığının resmi verilerine göre, İstanbul’da ilk, orta ve lise derecesinde 32 rum ve 8 ermeni okulu tahrip edilmişti. İstanbul’da 74 kilise vardı. 70’i aynı zamanda yakılıp yıkılmıştı. Kiliseler dışında bir havra, 8 ayazma, 2 manastır, 3 bin 584’ü rumlara diğeri ermeni ve musevilere ait 5 bin 538 gayrimenkul tamamen yakıldı. İzmir’de Yunan Konsolosluğu ile fuardaki Yunan Pavyonu ve Yunan Kilisesi tamamen yakıldı. Sahildeki iki rum motoru batırıldı. Ankara’da ve diğer bazı taşra kentlerinde ise her nasılsa kalmış olan rum ve ermenilerin kilise ve işyerleri de bu kıyımdan nasiplerini aldılar. Asıl büyük yıkımın yaşandığı İstanbul ise tarihinin en büyük toplumsal felaketlerinden birini yaşamaktaydı. 15 ekim 1955 tarihi itibariyle 4 bin 333 kişinin toplam 69 milyon 578 bin 744 TL zarar gördüğü beyan edilmişti. Oysa bu rakamın gerçeğin çok küçük bir kısmı olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Bir tek kilisedeki tahrip edilip yağmalanan antika sanat eserlerinin değeri bile bu kadar edebilir. Gazeteci Haşim Akman’ın dediği gibi “tahrip edilen malların değeri gerçekten de inanılmaz boyutlardaydı”, ama İstanbul’un 500 yıllık çok kültürlü yapısına düşen bomba, hiç bir şeyle kıyaslanamayacak ölçüdeydi.” O sıralarda DP İstanbul milletvekili olan Aleksandros Haçopulos, TBMMde yaptığı konuşmada polisin tahrip ve yağma yapanları koruduğuna örnekler verirken Büyükada’ya polisin gözleri önünde kayıklarla gelen 200-300 civarında kişinin rum ev ve işyerlerini tahrip ettikten sonra yine polisin gözleri önünde ellerini kollarını sallayarak adayı terk ettiklerini belirtmektedir. Kendi evi de saldırıya uğrayan Haçopulos olayı şöyle anlatıyor. “.. Evimin yanında polis karakolu bulunmaktadır. Bizi tanırlar, anne ve babamı bilirler. Tahripçiler evin içine giriyor, ev tamamiyle tahrip ediliyor ve evimin önünde duran silahlı jandarmalar hiç müdahale etmiyor. Bu hadisede diyebilirim ki evim değil, tahripçiler muhafaza edilmiştir. Babam ve annem 80 yaşındadır. Yataktan aşağı atılmış ve gece yarısı, yatakları dahil her şeyleri tahrip edilmiştir. Başbakanlık müsteşarı Salih Korur evimin halini gözleriyle görmüştür. … Sarf ettikleri cümleler de şunlardır; “Kırın, yıkın, mebusun evini. Bedavadan para alıyor.” Bir iktidar partisi milletvekilinin evinin, yaşlı ana-babasının jandarma ve polisin gözleri önünde geceyarısı saldırıya uğraması, diğer insanların ne gibi bir şiddet ve kıyıcılıkla karşı karşıya kalmış olduklarını çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Bir başka tanıklık 6-7 eylül olaylarındaki kontrgerilla tertipleyiciliğine sivil bir gözlem getirmektedir. Evini yağmalanmaktan türk bayrağı çekerek ve Türk’müş gibi davranarak kurtaran Sarkis Varbed anlatıyor “Gece saat bir. köşe başında düdük sesi duyuldu. bir de baktık bir subay. Yanlarında askerler. Yağmacılar kaçmaya başladı, kimin elinde bir makine, kiminin koltuğunda bir halı, gardıroplar kırılmış, buzdolapları sokağa atılmış. Yığın yığın kırık dökük eşya bütün sokağı kaplamış. elimde kahve fincanı var. Bir subay geldi. kahvenin tadını çıkaracak yeri ve zamanı çok iyi seçmişsin. Her türk sizin gibi olmalı. Ama artık kahvenizi içerde için, Çünkü askeriye bu işe müdahale etti’ dedi. Tabii dedim, “Türk subayına saygımız sonsuz.” Fener patrikhanesi Saint Sinod Meclisi adına başbakan Adnan Menderes’e 15 eylül 1955 günü bir mektup gönderen Ortodoks Rum Patriği Athenegoras olayları şöyle anlatmaktadır; “Muayyen bir program ve plan mucibince teşkilatlandırılmış bir sevk ve idare tahtında hazırlanmış bulunan halk kitleleri şehrin muhtelif noktalarında gece vakti ve aynı zamanda ve bir emirle hareket ederek emirlerine amade her türlü vesaiti nakliye ve her türlü tahrip edici alet ile, asayişi muhafazaya memur olanların gözleri önünde, dehşet verici savletle ırkımıza karşı tecavüze girmişlerdir. Asırların emaneti, insaniyetin malı ve bütün memleketimizin medârı iftiharı olan medeniyetin eserleri tahrip edilmiştir. Adedi 80’i bulan kilise ve ibadehânelerimizin 70’i müthiş tahribata mâruz kalmış, kısmı âzamı ateşe verilmiştir. Mukaddes kilise eşyası ve evâni tahrip edilmiştir. Kıymeti biçilmez tarihi sanat eserlerimiz tahrip edilmiştir. İbadethanemizin mukaddesatı utandırıcı bir şekilde kirletilmiş, talan ve yağma edilmiştir. İstimzar ve yağma her tarafta sürdürülmüştür. patrikhanelerdekiler de dahil olmak üzere ölülerin mezarları açılmış, henüz defnedilen ölüler parçalanmıştır. Ölülerin kemikleri istirahatgahlarından çıkarılarak etrafa atılmış ve ateşe verilmiştir. Her tarafta ruhaniler aranmış, bulunanlara işkence edilmiş, ölümle tehdit olunmuş, hatta bir tanesinin canına kıyılmıştır.” Çok sonraları resmi kayıtlarda 3 ölü 30’da yaralı olduğu açıklandı. Basın üzerindeki resmi ve gayrı resmi sansür, mezarların açılıp ölülerin bile caddelerde sürüklendiği bu olaylarda gerçek insan kaybının verilmediğini gösteriyor. Buna rağmen birçok gazete “bazı küstahların linç edildiğini” yazmaktaydılar. İstanbul İHD şubesinin “Utandıran Tarih” isimli fotoğraf sergisinin açılış kokteylinde gazeteci Hıfzı Topuz o yıllardaki sansürü anlatırken; “6-7 eylül tahribatı ile ilgili resim yayınlamak yasaktır; zarar görenlerin istekleri, talepleri şeklinde haber yazılamaz; Beşiktaş’ta çuval içinde üç yanan insan bulunmuştur, bunun haberinin yapılması yasaktır; vb” gibi yasaklamalarla karşılaşmış olduklarını anlatmaktadır. 6-7 eylül olaylarındaki gözle görülür ilke, tüm görgü tanıklarının da belirttikleri üzere polislerin ve saldırganların “cana bir şey gelmeyecek, yalnızca kırılıp dökülecek” demeleridir. Bu da hedefin ve yöntemin dikkatlice seçildiğini göstermektedir. 7 eylül günü İstanbul, Ankara ve İzmir’e sıkıyönetim ilan edildi. “Örfi İdare Kumandanlığına” 3. ordu müfettişi korgeneral Nurettin Aknoz atanmıştı. 10 eylül’de sıkıyönetim mahkemeleri çalışmaya başladı ve haklarında soruşturma açılan 3 generale işten el çektirildi. Sıkıyönetim ilanı görüşmelerinde “güvenlik kuvvetlerinin zafiyeti ve vaktinde önlem almaması” konusundaki eleştirileri cevaplayan başbakan yardımcısı Fuad Köprülü, “..bu hadiseden hükümet önceden haberdardı. Ona göre bazı tertibat da almıştı. Fakat hadisenin günü ve saati belli değildi.” diye savunma yapar. Ancak onun “haberimiz vardı” deyişi, işi “komünistlerin yapacağını biliyorduk, ama gününü saatini bilmiyorduk, bombalama olayı da vesile oldu” gibi devlet senaryosuna uygun bir açıklamadan ibarettir.. Olay kitlesel bir şiddet gösterisi ve yıkım olarak tezgahlanmışken, sonuçlarından bir başka türlü de yararlanmak için DP hükümeti, “İstanbul’un ve esas olarak memleketin esas itibarı ile bir komünist tertip ve tahriki ile ağır bir darbeye maruz kaldığı..” yolunda alelacele bir bildiri hazırlayarak sorumluluğu hiç ilgisi olmadığı halde dönemin ünlü solcu ve komünistlerinin sırtına yıkmaya çalıştı. Sıkıyönetim yargılamalarında olayın sanıkları olarak Aziz Nesin, Hasan İzzettin Dinamo, Dr. Müeyyet ve Can Boratav, Dr. Hulusi Dosdoğru, Dr. Nihat Sargın, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Faik Muzaffer Amaç, Aslan Kaynardağ, İlhan Berktay gibi isimleri görmek oldukça dramatiktir. Sorumluluğu komünistlere yıkma işi o kadar acemice tezgahlanmıştı ki, olaydan 6 ay önce ölmüş biri ile o anda doğuda askerliğini yapmakta olan bir başkası da sanık olarak gösterilmişti. Aylarca harbiye hücrelerinde tutulan sanıklar sıkıyönetim mahkemesinde yargılandıktan sonra beraat ettiler. Fakat daha da dramatik olanı gerçekten ilgileri olmadığı halde türk sol’unun 6-7 eylül olaylarına bakışıdır. İşin altındaki devlet provokasyonunu, ırkçılık ve şovenizmi göremeyen türk sol’u olaylarda “bir halk hareketi, başkaldırı” keşfetmeye çalışmıştır. Olayların tanığı olma sıfatıyla İHD İstanbul Şubesi’ndeki “Utandıran Tarih” isimli sergiye çağırdıkları eski TKP’li Metin İlkin’in “6-7 eylül’ü milli bir hareket olarak görmediğini”, “Olaylarda göze çarpan bir şey vardı, o da servet düşmanlığı. Bu servet düşmanlığı da çok doğal bir şey” dediğini aktarıyor. Ben de kendisiyle bir görüşme yaptığımda eski KKE’li ve anti-faşist Yunan direnişçilerinden Manolis Glezos’dan benzer bir anekdot dinlemiştim. 1960 yılında Atina’da toplanan komünist partileri konferansına, TKP delegasyonundan katılan bir “türk yoldaş”ın muhtemelen Mihri Belli 6-7 eylül olaylarını, “Yoldaş.. bu, türk emekçilerin rum ve ermeni burjuvazisine karşı bir isyanıdır.” diye yorumladığını üzüntüyle aktarıyordu. “Atatürk’ün evinin bombalanması” olayının Türk devletinin tertiplediği bir provokasyon olduğu yunan makamlarınca o günlerde ortaya çıkarılmıştı. olayla ilgili olarak Selanik Hukuk Fakültesi’nde burslu öğrenci olarak okuyan ve bir türk ajanı olan Oktay Engin’in ve Selanik Başkonsolosluğu kavası Hasan Uçar yakalanmışlardı. Konsolosluk yetkilileri dokunulmazlıkları olduğu için yargılanamazken, Uçar ve Engin bir süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildiler. tarihinde tahliye olan Engin Türkiye’ye kaçarak Yunan tabiiyetinde olmasına rağmen bakanlar kurulu kararı ile vatandaşlığa alınmış kendisine pek çok olanak sağlanarak korunmuştu. Engin ve Uçar, gıyaplarında yunan mahkemelerince iki-üç yıllık cezalar almışlardı. 1960 darbesinden sonra yapılan “yassıada duruşmaları”nda olay devletin resmi makamlarınca da doğrulanmıştır. 6-7 eylül olaylarının başlamasına “bahane” olarak kullanılan, Selanik’te “Atatürk’ün evinin bombalanması” işinin Selanik Başkonsolosu M. Ali Balin, ve yardımcısı M. Ali Tetikalp tarafından Dışişleri Bakanlığının da bilgisi içinde örgütlendiği; Kavas Hasan Uçar ile Oktay Engin’in eylemi birlikte gerçekleştirdikleri; Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu, İçişleri Bakanı Namık Gedik’in 6-7 eylül olaylarını yaratmak amacıyla bu tertibin içinde oldukları iddiası ile 11 kişi hakkında dava açılmıştır. 6/7 eylül olayları tıpkı koyun” gibi her şeyinden yararlanılan bir olay olduğu için, bombalama olayı da dahil 6/7 eylül hadiselerinden dolayı devrik DP hükümetinin ayrıca yargılanması da ilginçtir. Olayın bir Derin Devlet Operasyonu olduğu sonunda ortaya çıkıyor Olanlardan iyice teşhir olan TC devletini aklamak ve sorumluluğu sadece devrik DP hükümetine yıkmak için yapılan yargılamalarda, duruşmalar ilerledikçe devletin perde arkasındaki esas gücünün teşhir olması endişesi ile bu dosya yüksek adalet divanı, tarafından tarihinde kapatılarak, sanıklar hakkındaki dava geri alındı. “Bebek, Köpek, Metres” davalarıyla işler sulandırılmaya devam edildi. Oysa olayların sadece “hükümet provokasyonu” olmayıp daha kapsamlı bir Genelkurmay hazırlığı ve devlet politikasının ürünü olduğu 30 yıl sonra “Özel Harp Dairesi” adına bir türk generalinin itirafı ile sahiplenilmiştir. Bomba provokasyonunun sadece hükümetin işi olmayıp “devlete” ait olduğunun maddi kanıtlarından biri de, yaptığı işi bir “kahramanlık” olarak sahiplenen bombacı Oktay Engin’in 16 mart 1978’de ki Beyazıt katliamında Emniyet Müdür Yardımcısı olup daha sonra Emniyet Genel Müdürlüğü Planlama Daire Başkanı olmuş, daha sonra devlet kademelerinde hızla ilerleyerek 1992’de Nevşehir Valiliği’ne kadar gelmiş olmasıdır. Olay günlerinde TBMM’den “hemen hemen bütün evlere girenler şu cümleyi kullanmışlardır; “Korkmayın sizi asıp kesecek değiliz. buna dair emir vardır. Yalnızca evlerinizi tahrip edeceğiz.” Bu emri verenler vardır. Kimlerdir ?. Bu iş hangi teşkilatın mahsulüdür?” sorusunu soran ve “Sayın arkadaşlarım teşkilat tertipliydi, muazzamdı.” tespitini yapan Haçopulos’a yanıt 37 yıl sonra emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’ndan gelmiştir. Olayların “Türk Gladio’su” olarak tabir edilen “ Özel Harp Dairesi ”nin “muhteşem bir örgütlenmesi” olduğunu övünerek itiraf eden general Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na şunları anlatmaktadır; “Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’deki kıbrıs harekâtı. eğer olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi? Harekât başlamadan önce özel harp dairesi devredeydi. Adaya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi, ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular. Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele al. -Pardon paşam anlamadım. 6-7 eylül olayları mı? -Tabii. 6-7 eylül de, bir Özel Harp işiydi, ve muhteşem bir örgütlenmeydi. amaca da ulaştı… Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi? -E, evet paşam!” Generalin 6-7 eylül olaylarını 1974’de kıbrıs’ın işgali hazırlıkları anlatırken hatırlaması rastlantı değildir. Çünkü 6-7 eylül olayları ile “Kıbrıs Sorunu” arasında görülenin dışında çok daha yakın bir bağlantı vardır. General Yirmibeşoğlu’nun bahsettiği “Özal Harp Dairesi”nin Kıbrıs’taki örgütlenmelerinin başlangıç tarihi de 1955’e dayanır. Kıbrıs Türkleri içinde “Volkan”, “9 Eylül” gibi kontrgerilla örgütleri bu tarihlerde örgütlenmiş, 1958 yılında ise bizzat Türk generallerinin örgütlediği “Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı” adıyla merkezileştirilmişlerdi. 1974 işgaline kadar geçen süre içindeki “Özel Harp Dairesi”nin çalışmaları bu kanaldan yürümüştür. 1950’li yıllarda bir ingiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ta, bağımsızlık mücadelesi yükselmekte, ve bağımsızlık mücadelesini daha çok yunanlı yurtseverler üstlenmiş bulunmaktaydılar. “bağımsız kıbrıs”ın sonuçta Yunanistan ile birleşmesine kesin gözüyle bakan TC, bunu önlemek için Kıbrıs bağımsızlık mücadelesine karşı, sürekli olarak ingiliz yönetiminin yanında yer aldı. Sorunu Birleşmiş Milletler’e taşımadan kendi inisiyatifinde çözmeye çalışan İngiltere Başbakanı Eden’in önerisi ile taraflar, 29 ağustos 1955’de Londra’da düzenlenen bir konferansta bir araya geldiler. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan dışişleri bakanları Mc Millan, Stefanapulos ve F. Rüştü Zorlu’nun katıldıkları Londra konferansı başarısızlıkla sonuçlandı. Yunanistan adanın bağımsızlığını ve “Self Determination”kendi kaderini tayin hakkının tanınmasını istiyordu. İngiltere ileri tarihlerde anayasal bir özerklik vermeyi öneriyor; TC ise Kıbrıs’taki statü değişikliklerine karşı çıkarak tek değişikliğin adanın Türkiye’ye verilmesi olabileceğini savunuyordu. Zaten tıkanmış olan konferans o sıralarda Londra’da görüşmelerde bulunan TC Dışişleri Bakanı Zorlu’nun Selanik olayını kınayarak ayrılmasıyla kesilmişti. Zaten 6-7 eylül olaylarından önce de Kıbrıs bahanesiyle Rum halkına karşı legal provokasyonu devlet destekli bir dernek olan “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” yürütmekteydi. Dernek yargılamalara konu olmuş, zaten paravan olarak kullanıldığı için “feda” edilmiştir. Devlet, Kıbrıs bunalımı karşısında Türkiye’deki Rum nüfusu “rehine” olarak kullanacağının işaretini vermiş; dahası Kıbrıs’ı kaybetme olasılığına karşı içerdeki rum ticaret ve kültürünü tasfiye ederek etnik homojenleşme yolunda keskin bir adım daha atmıştır. Varlık vergisi’yle birlikte ekonomik etkinliklerinin büyük kısmı Türk burjuvazisi tarafından ele geçirilen gayrimüslimler; 6/7 eylül’le birlikte yalnız ekonomik yaşamdan değil, sosyal ve kültürel yaşamdan da tamamen tasfiye yıllarda 800 veya 1 milyon civarında olan rum ve ermeni nüfusu, bu korku ve terör ortamı nedeniyle yaşanan göçler nedeniyle bugün 1650 kişiye kadar düşmüş durumdadır. General Yirmibeşoğlu’nun “amacına da ulaştı” dediği şey bunlardır. 6-7 eylül’de içe, Kıbrıs’ta dışa doğru gelişmenin bir iç bağlantısı vardır; 1964 bağımsız Kıbrıs’ta Yunanistan’la birleşme politikasının ağırlık kazanmasına karşılık; İstanbul’da Rum ve Ermeni’lere ait gayri menkul ve vakıf mallarının alınıp satılmasına konan ambargoyla; 1974’de Kıbrıs’ın işgal edilmesiyle İstanbul’da kalmakta direnen rumların da mal mülklerini bırakarak Yunanistan’a göç etmeleri ile sürmüştür. Olaylarda “sanık” olarak yargılanmış olan Hulusi Dosdoğru’ya göre; “6-7 eylül olayları, ne bir komünist kışkırtması, ne de nasırına Kıbrıs olayları nedeniyle basılan halkın kendiliğinden reaksiyonudur. 6/7 eylül 1955 olayları, adı demokrat “demirkırat”, toy, fanatik, sorumsuz bir yönetimin İstanbul – İzmir metropollerinin her köşesindeki rum azınlığa karşı, baştan sona sistemli, planlı, programlı tertip ve kışkırtmaları ve illegal uzantılarıyla kopartılmış bir toplu yıkım ve kırım kasırgasıdır.” Tanık olduğu 6-7 eylül olaylarını “gül sancısı” adlı romanında işleyen anap milletvekili Yılmaz Karakoyunlu , aktüel dergisinin yaptığı bir röportaja verdiği yanıtlarda asıl amacın “Osmanlı’dan beri iktisadi hayatı elinde bulunduran azınlık sermayesinin Türk kesimine transferi” olduğu görüşündedir; “Hadiselerin başlangıç itibariyle bir tertip olduğu ortadadır. Nitekim o tarihte Atatürk’ün evine bomba koymak suretiyle bu heyecanı yaratan insan bugün Nevşehir valisidir. Bir mürettip. Bugün devletin tertibinden sorumlu bir makamın sorumlusudur! Bu da az buz bir iş değildir. Ben o arkadaşımızı tezyif etmek için söylemiyorum. O bir görevdi, yerine getirildi. Tertibin oluğunun en güzel örneğidir. … Hadise, sadece bir sermaye transferi anlamı da taşımaz. bir sermayeyi, bir varlığı yok etmektir. Örneğin varlık vergisi’nde öyle değildir. Sizden zorla vergi almaya kalktım. Evinizi sattım, ben ucuza aldım. mal benim aktifime geçti. Burada öyle değil. Her şey payimal edildi, perişan edildi, talan edildi. Yani fiziki olarak sermaye tahrip edildi. Ama kabul etmek zorundayız ki o hadiseden sonra anadolu’dan İstanbul’a gelmiş, palazlanmış esnaf, ticaret hayatının da sahibi olmuştur. 6-7 Eylül hadisesinde tahrip edilen kadronun yerini dolduranlar, bugün Türk iktisadi hayatında önemli isimler olmuşlardır.” Mete Tuncay, 6-7 eylül olaylarını “İstanbul’da imparatorluk kültürünün sona ermesi ve taşralaşmanın başlaması” olarak nitelendirmektedir. “Azınlıkların bir rehine gibi, mal gibi, milli alacaklara karşı rehin tutulmasını hangi ahlaka sığdırabiliriz?” diye sorulmaktadır.” Milli Ahlâka herhalde. Kıbrıs’ta ele geçirilemeyenlerin bedeli ödetilen rumlar ve diğer gâvurlar’ oldu. Yunanistan, Ermenistan, İsrail veya diğer gâvur’ milletlerle çıkacak gerginliklerde bedel ödetilecek gruplardır hâlâ azınlıklar.” kaynak indymedia

6 7 eylül olayları izmir